“Mutluluk, kredi kartınızın limitine sıkıştıysa; yaşadığınız şey özgürlük değil, sistematik bir illüzyondur.”
Arabesk müzik dinlemeyi sever misiniz? Kemerlerinizi bağlayın. Sizlere bir tükenmişlik hikayesi anlatmaya geldim. Sabah kalkar kalkmaz elimize aldığımız telefonlardan, sosyal medyanın kusursuz hayat simülasyonlarına, metroya binerken kulağımızdan eksik etmediğimiz reklamlara ve gün içinde adım attığımız her alanda gözümüze sokulan kampanyalara kadar her şey bize tek bir şeyi fisıldıyor: “Satın alırsan ancak var olursun.”
Günümüzde reklamlar bize yalnızca ürün değil bir hayat tarzı satıyor. Elimizdeki kahve bir statü bildirimi ve telefonlarımız kimliğimizin bir uzantısı haline geliyor. Mesela; elindeki telefonu geçen yıl yeni çıkan seriden aldığı halde kız kardeşim, her yıl şu bildiğiniz markanın
telefonunu çıkar çıkmaz koşarak alıyor. Belki de bu telefonu bir kimlik haline getiren reklamlar yüzünden kim bilir?
Harvard Business Review’un 2024 verilerine göre, sadece Amerika’da bir birey günde
4.000 ila 10.000 reklam mesajına maruz kalıyor. Bu sayı 1990’larda 500 civarındaydı. Peki, ne değişti? Reklam artık bir “duyuru” değil; zihinsel bir işgal biçimine dönüştü. Sosyal medya
algoritmaları sayesinde bize özel içeriklerle örülmüş, psikolojik zaaflarımızı bilen, kararlarımızı manipüle eden dev bir canavarla karşı karşıyayız.
TÜKETMENİN PSİKOLOJİSİ
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi, bireyin motivasyonlarının hiyerarşik düzeylerde
ilerlediğini ve bu doğrultuda tüketim davranışlarının şekillendiğini ileri sürer. Tüketiciler olarak satın alma kararlarımız, fizyolojik ihtiyaçlardan başlayarak kendini gerçekleştirme ihtiyacına kadar uzanan bir yelpazede değerlendirilebilir.
Tüketmenin psikolojik temelleri; algı, öğrenme, güdülenme, kişilik, tutum ve duygu gibi birçok faktörü içerir. Algı, bireyin dış dünyayı nasıl yorumladığını belirlerken, duygular ise tüketici deneyimlerinin pozitif veya negatif olarak şekillenmesine neden olabilir.
TÜKETİM ÇILGINLIĞI: MODERN BİR HASTALIK
Tüketim çılgınlığı, modern toplumlarda giderek daha belirgin hale gelen bir olgu olup, bireylerin ve toplumların tüketime dayalı yaşam tarzlarını benimsemesiyle karakterize edilir.
Bu çılgınlık, yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal ve kültürel bir fenomen olarak da büyük bir etkiye sahiptir.
Günümüzde, kapitalizmin küreselleşmesi ve dijital çağın etkisiyle tüketim kültürü daha da hızlanmış ve insanlar sürekli olarak daha fazla mal ve hizmet talep eder hale gelmiştir.
Peki, bu tüketim çılgınlığı ne zaman ve nasıl başladı? Hangi faktörler bu durumu besliyor? Tüketim çılgınlığı, 20. yüzyılın ortalarında özellikle Batı toplumlarında belirginleşmeye başlamıştır. Bunun temelinde kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaşması ve ekonomik büyüme yer almaktadır.
Zygmunt Bauman, Liquid Modernity adlı eserinde, tüketim çılgınlığını “kimlik inşası” olarak tanımlar. Ona göre; bireyler artık kimliklerini bir tüketici olarak inşa ederler ve tüketim modern toplumların temel yapı taşlarından biri haline gelir. Sürekli olarak yeni ve daha çekici ürünlerin piyasaya sürülmesi, bireylerin tatminsizlik duygusunu artırır ve onları bir sonraki ürüne yönlendirir. Bauman’a göre, bu döngü, bireyleri özgürleştirmek yerine, onları daha fazla tüketmeye zorlayan bir tuzak haline gelir.
DİJİTAL ÇAĞ VE TÜKETİM ÇILGINLIĞI
21. Yüzyılda dijital teknolojilerin yükselmesiyle birlikte, tüketim çılgınlığı daha da derinleşmiştir. İnternet ve sosyal medya, tüketim alışkanlıklarını daha erişilebilir ve sürekli hale getirmiştir. Bu durumu, günümüzün ünlü “influencer” kültürünün yükselmesiyle
somutlaştırabiliriz.
Örneğin, ünlü bir influencer’ın tanıttığı bir ürün, anında milyonlarca kişiye ulaşmakta ve onları tüketmeye teşvik etmektedir. Bu tür paylaşımlar, insanların markalarla kurduğu
ilişkiyi kişisel ve samimi bir hale getirirken, aynı zamanda “ideal yaşam tarzları” yaratılır.
TAKSİTLİ HAYALLER: BU BORCU KİM YAZDI?
Bu sözde ideal yaşam tarzını yaratmaya peşin olarak gücü yetmeyen insanlar bunu taksitli alımlarla sağlamaya çalışır. Türkiye’de ortalama bir bireyin kredi kartı borcu, 2024
yılında 20 bin TL’yi geçti. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası verilerine göre, bireysel kredi ve kredi kartı borçları toplamda 2.8 trilyon TL’yi aştı. Bu sadece ekonomik bir veri değil,
toplumsal bir ruh hâlimizin rakamsal ifadesidir.
Birçok insan, artık hayalini kurduğu şeylere sahip olmak için birikim yapmıyor. Bunun yerine “12 ay taksitle telefon”, “36 ay vadeyle hayalindeki otomobil”, “sen şimdi al,
ödemeye 3 ay sonra başla” gibi sloganlarla bir tür gelecek rehinesi haline geliyor. Modern insan; fiziksel olarak özgürdür ancak ekonomik olarak kapitalist dünyanın tüketim bağımlısı bir kölesidir.
TÜKETMEZSEN EKSİKSİN — REKLAM ENDÜSTRİSİNİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ
“Gelecekte mutlu olma ihtimalin var, ama bekleme. Biz sana şimdi verelim, sen o geleceği bize bırak.”
Finansal sistem, bireyin geleceğini bugüne indirmektedir. Taksit mantığıyla insanlara bu sözleri fisıldayıp duruyor. Bugünün mutluluğu için geleceğinin huzurunu ipotek ettiren modern insan taksit taksit manipüle ediliyor. Bir bireyin borçları, sadece rakamsal değildir. Aynı zamanda psikolojik, toplumsal ve kültüreldir.
Türkiye’de bireylerin %43’ü, geliri yetmediği halde “aylık ödeme kolaylığı” nedeniyle büyük tutarda alışveriş yaptığını belirtti. Bu kişilerin %78’i, daha sonra “pişmanlık” veya “stres” yaşadığını söylüyor.
Sen kredi kartının asgarisini öderken, zihninde bir ses “yetmiyorsun” demeye devam eder ve en acımasız olanı bu borcun çoğu senin talebin bile değildir. O talep; reklamla, statüyle, görünürlükle, kıyasla, korkuyla ve dışlanma endişesiyle üretilmiştir. Bedava olarak size tuzak sloganları veriyorum. Bunları duyduğunuzda ‘Yahu gerçekten ihtiyacım var mı?’ diye kendinize sorun.
“Sen farklısın, yeni bir sen için, senin tarzın, senin hayatın, Kendini göster, Kendin ol, sana özel, milyonların tercihi, güvendiğiniz marka, hayal ettiğiniz her şey burada, şimdi alın, son gün, sadece bugün, kendinizi şımartın, mutluluğun formülü burada ve tabii ki daha
fazlasını hak ediyorsunuz.”
ÖZGÜRLÜĞÜN PAHALI OLDUĞU BİR ÜLKE: TÜRKİYE
Gerçekten özgür bir hayat; ertelenmiş tatminlerin, bilinçli tüketimin ve ekonomik farkındalığın olduğu bir yaşam olabilir mi? Sistemin sunduğu “anında sahip ol” kolaycılığı,
sonunda bizi hem zihinsel hem finansal olarak bağımlı hale getirirken elimizden geleceğimizi çekip alıyor.
İyi yazan insanların bildiği bir gerçek vardır. Bir yazı ekleneceklerin değil o yazıdan atılacakların bittiği zaman tam olur. Belki tüketim alışkanlıklarımız için de aynı şey söz konusudur. Asıl ihtiyacımız olan şey, bir şeye sahip olmak değil, bir şeyden kurtulmak.